İSTANBUL’UN FETHİ VE AKŞEMSETTİN

Reklam
Reklamı Gizle

Bildiğiniz gibi 29 Mayıs günü   İstanbul’un fethinin 568.yılını  kutladık. Bu yıl ki kutlamalar geçtiğimiz temmuz ayında Ayasofya’nın yeniden ibadete açılması ile başlamıştı.Yıl dönümü olan  29 Mayıs’ta ise 12 Kilise,10 Sinagogun bulunduğu İstanbul’un en güzide yerlerinden Taksim’de yapılarak ibadete açılan Taksim Camii’nin  Cuma namazı ile açılması ve  akşamında da Ayasofya Camii ve  Galata Kulesinde yapılan ışık gösterileri ile kutlandı.

Ayasofya ve Galata kulesi İstanbul’un fethinin en önemli mekanlarındandır. Fethin en önemli insanları ise tabiî ki Sultan Mehmet Han ve Akşemsettin’dir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme isteğinin arka planında biri siyasi diğeri ise dini olmak üzere iki temel unsur bulunmaktadır. Birincisi olan Dini itici güç doğrudan Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed(S.A.V.)’in İstanbul’un fethi üzerine söylemiş olduğu rivayet edilen hadislerden kaynaklanır. En bilineni ise; “Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel asker.” Hadisidir. Efendimiz zamanından bu yana başta sahabe olmak üzere tüm İslam hükümdarları bu övgüye layık olmak için çabalamışlardır.

İkinci itici güç ise siyasidir. Fetih,  Sultan Mehmet için siyaseten’de çok önemlidir. Zira Yıldırım Bayezid Han’ın  Timur karşısında Ankara Savaşı’nı kaybetmesinin ardından Osmanlı Devleti “Fetret Devri” adı verilen bir döneme girmişti. Yıldırım Bayezid’ın oğulları arasında taht mücadelelerine ve yoğun iç karışıklıklara sahne olan bu dönem, Çelebi Mehmet’in diğer kardeşlerine üstünlük sağlamasıyla son bulmuştu.  Ancak bu dönem ve ardından gelen Sultan II. Murat Han döneminde  devleti en çok meşgul eden meselelerden biri de , Bizans İmparatorluğu Osmanlı tahtında hak iddia eden bu kişilere sahip çıkıp ve kendi çıkarları çerçevesinde Osmanlı Devleti’ne karşı kullanmasıydı.Bu durum devletin birlik ve bütünlüğünü etkilemekteydi.Mehmet Çelebi kardeşi Kasım Çelebi oğlu Şehzade Orhan bunlardan biriydi, İstanbul’un fethi sonrasında kaçarken yakalanacak. İdam edilerek ve bu tehdit de son bulacaktı. İkinci siyasi neden ise Sultan Mehmet’in yaşadığı, babasının sağlığında ve küçük yaşta tahta çıkıp ardından yeniden tahtını babasına devretmesinden kaynaklanan psikolojik ve devlet yönetiminde kendini gösterme zorunluluğuydu.

Sultan olmasından hemen sonra hayali olan fethin hazırlıklarına başlayan II. Mehmet İstanbul’u kuşatmış ancak kalenin sur yapısı nedeni ile kara kuşatması yanında donanma ile de kuşatmaya destek vermişti. Ancak deniz kuşatmasında aksaklıklar yaşandı. Sadrazamlar Çandarlı  ve Zağanos Paşa arasındaki farklı görüşler askeri de etkilemiş huzursuzluklar yaşanıyordu.

Akşemseddin ise devamlı destek ve moral oluyor kendi  hocası Hacı Bayram Veli’nin “İstanbul’un fethini şu çocukla(II Mehmed) bizim köse(Akşemseddin) görürler” sözünü hatırlatarak Sultana destek veriyordu.

 “ Bu dönemde   çatlak seslerin dozu iyice artıp padişaha yüklenmeler başlayınca II. Mehmed vezirini gönderip hocasına şehrin fethinin mümkün olup olmayacağını ve zamanını sordurdu. Akşemseddin ona “Cemâziyelevvel ayının yirminci günü, seher vaktinde, inanç ve gayretle filan taraftan yürüsünler. O gün feth ola. Kostantiniyye’nin içi ezan sesiyle dola!” cevabını verdi. Padişah hocasını bu fetihte yanında görmek istedi, haber saldı ama Akşemseddin gelmedi. Bu sefer bizzat kendi gidip çadırında küçük bir delik açıp içeri baktığında hocasını secdeye kapanmış, başından sarığı düşmüş, ak saçı ve ak sakalı nur gibi parlıyorken buldu. Ak saçını ve ak sakalını toprağa sürüp İstanbul’un fethinin gerçekleşmesi için dua ediyor, gözyaşı dökerken gördü…”

Kısa süre sonra surlar aşıldı.Ulûbatlı tarafından sancak dikildi. Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a beyaz bir at ile girdiğinde yanında hocası Akşemseddin de  vardı. Kendisine sevgi gösterisinde bulunup çiçek vermek isteyenler 21 yaşındaki gencin değil, yaşlı olan Akşemseddin’in padişah olduğunu düşünerek ona yöneliyordu. Akşemseddin utana sıkıla gelenlere “Sultan Mehmed ben değilim, odur” cevabını veriyordu.Genç padişah ise” Gidiniz, yine ona gidiniz. Sultan Mehmed benim, ama o benim hocamdır. Şehrin manevi fatihidir” diyordu.

II. Mehmed İstanbul’un fethin ardından Ayasofya’da hutbesini tamamladıktan sonra,  fethin ilk Cuma namazını Akşemsettin’e kıldırdı.

Ayrıca II. Mehmed, Ebu Eyyub-i Ensari (Eyüp Sultan)’nin mezarını bulmasını istedi ve hocası onu da gerçekleştirdi.

Akşemsettin ilk eğitimini babası Şeyh Hamza’dan sonraki eğitimini ise Hacı Bayram-ı Veli’den almıştır.Kendisinden önceki neredeyse tüm tasavvuf alimi gibi önce vücudunu öğrenmiş ve Tıp ilmi tahsil etmiştir.

Dini eserlerinin yanında tıp alanında da önemli eserler kaleme almıştır. Bu konuda en önemli eseri Maddet’ül Hayat’tır. Onun bu eserinde şu cümlesinden tıp tarihinde büyük bir keşfede imza attığını anlıyoruz: ‘’Bütün hastalıkların çeşitli tipleri, bitki ve hayvanlarda olduğu gibi tohumları ve asılları vardır.’’ Akşemsettin’in burada tohum olarak adlandırdığı hastalığa yol açan nesnenin mikroptan başka bir şey olmadığını anlıyoruz. Nitekim mikrop üzerine çalışmaları ile yakından tanınan Fransız bilim adamı Pasteur’da mikrobu dörtyüz yıl sonra kendi dilinde tohum olarak tanımlayacaktır.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.