TÜRK AMERİKAN İLİŞKİLERİ VE BÜYÜK ORTADOĞU PROJESİ (2)

Reklam
Reklamı Gizle

‘Büyük İşgal Projesi’

BİP (Büyük İşgal Projesi) için BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) planlarını adım adım gerçekleştirme sürecinde Amerika’nın emperyalist gayeleri için her türlü yolu mubah gören anlayışında Türkiye için de işgal ajandasında özel bir sayfası vardı. Amerika’nın emperyalist iştahı kaos ve krizlerden beslenmekteydi ve Amerika’nın ilgi ve kapsama alanında olan her yerde ekonomik krizler, terör, hükümet sorunları eksik olmuyordu. Kaos ve krizler Amerika’nın bir yere girebilme ve yerleşebilme bileti olarak hizmet vermektedir. Bu meyanda Amerika projeli ve destekli ‘made in USA’ patentli krizler Türkiye’nin de başından hiçbir zaman eksik olmuyordu. Suriye, Irak ve İran gibi devletlerle yaşanan krizler yanına bir de Türkiye-Azerbaycan krizini doğurmak için Amerika düğmeye basmıştı. Geçmişte Azerbaycan ile yaşadığımız o krizler dönemini bugün dahi büyük teessürle hatırlıyorum. Karabağ’ın işgalden kurtulmasına Türkiye’nin yaptığı maddi ve manevi desteklerle Azerbaycan Türklerinin kalplerindeki, FETÖ’nün Ak Parti’ye ve devletin neredeyse tüm kurumlarına o zamanlar maalesef Ak Parti’nin destek ve icazetiyle egemen olduğu zamanlarda sebep olunan kırgınlıkların artık tamamen bertaraf edildiğine inanmak istiyoruz. Şimdi o sürecin perde arkasını irdeleyelim.

Kardeşler arasında ABD fitnesi, Türkiye-Azerbaycan Krizi;

Yıl 1993 idi ve Türkiye, Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali üzerine Azerbaycan ile dayanışma gereği Ermenistan ile diplomatik ilişki kurmamış, hatta sınır kapısını dahi kapatmıştı. Amerikan Devleti, 2008 yılında Rusya-Gürcistan Savaşı sonrasında Kafkaslarda çok ciddi bir prestij kaybına uğramıştı. ABD bu kaybını Ermenistan’ı yanına çekerek kapatmak ve Doğu Karadeniz’de yeni bir müttefik ve konum kazanmayı hedeflemişti. Ermenistan’ın bunun karşılığında Amerika’dan talebi Türkiye’nin sınırının açması ve Türkiye’nin kendileri ile yeniden diplomatik ilişki kurması için Amerika’nın müdahil olmasıydı. Zamanın Cumhurbaşkanı, çözüm sürecinde FETÖ ile belki de FETÖ’yü yeterince tanımadığından oldukça uyumlu çalışmış Abdullah Gül bir kısım odaklar tarafından harekete geçirildi. Tarihler 6 Eylül 2008’i gösterirken Ermenistan-Türkiye futbol milli maçını seyretmek üzere Erivan’a giderek Ermenistan açılımını tek yanlı olarak başlatmış oldu. Enteresandır, o tarihlerde Başbakan olan Sayın Erdoğan ile Genel Kurmay Başkanı Özkök bu gidişe rıza vermemişler, sıcak bakmamışlardı. Bu gidişin akabinde o dönem ABD Başkanı olan Barack Obama ve Dış İşleri Bakanı Hillary Clinton Türkiye’ye geldiler. Obama, 6 Nisan 2009 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde de konuşma yaparak “Ermenistan sınırının açılmasını ve iki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesini” istediğini belirtti. Devamında Hillary Clinton’un aktif faaliyetleri neticesinde Türkiye ve Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve sınırların açılmasını öngören bir takım protokoller Ekim 2009 da İsviçre’nin Zürih kentinde imzalandı. Türkiye adına imzayı da zamanın Dış İşleri Bakanı olan Ahmet Davutoğlu atmıştı. Senaryonun tüm seçilmiş aktörleri çalıştırılmaktaydı. Bir süre sonra, Abdullah Gül’ün daveti üzerine, Ermenistan Cumhurbaşkanı Sarkisyan futbol milli maçının rövanşını seyretmek üzere Türkiye’ye, Bursa’ya geldi. Sarkisyan gelmeden önce oldukça provokatif bir şart öne sürdü; “Stadyum içinde ve dışında Azerbaycan bayrağının açılmayacaktı(!).” Bunun üzerine zamanın cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün talimatıyla Bursa’da polis, eminim çoğunuz hala çok net hatırlıyorsunuzdur, şiddete varan müdahalelerle adeta bayrak terörü estirmişti. Polisler gördükleri bütün Azerbaycan bayraklarını bazen zora da başvurarak topladılar, koli kutularına doldurdular. Bu acı ve inanılmaz olaylar üzerine Türkiye’ye nota veren o kardeş devletimiz Azerbaycan da öfkeyle buna Türkiye bayraklarına ülkesinde misilleme uygulamalar ile cevap vermeye başladı. Türkiye Büyük Millet Meclisine görüşülmek üzere gönderilen Ermenistan protokolü, Azerbaycan’ın Hükümeti, Devlet kademesi ve halkının büyük tepkileri üzerine Meclis gündemine alınamadı. Bu gerilimler üzerine zamanın başbakanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan 2 kez Bakü’ye giderek Ermenistan Azerbaycan ile anlaşmadıkça sınırların açılmayacağı sözünü vererek ilişkileri yumuşatmaya çabalamıştı. Türkiye’nin Azerbaycan’ı derin emperyalist oyunlar neticesinde kaybetmemek üzerine çabaları sonucunda Türkiye’nin Azerbaycan ile ilişkileri düzelme eğilimi gösterirken bu kez Amerika ile ilişkiler yeniden gerilmeye başladı. Amerika Türk Devletini her istediğini yaptırdığı kukla bir sömürge devleti olarak görmek istiyor, bunun için ipleri kendi ellerinde olan sözde İslamcı Fetö terör örgütünü de sonuna kadar kullanıyordu.

Tehlikeli yem; Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) Eşbaşkanlığı

28 Temmuz 2004’te İran’da resmi bir ziyarette bulunan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a, Tahran’da; “BOP’da ortak hedef olarak İran gösteriliyor. Bu konu gündeme geldi mi?” diye bir sorulmuş, Sayın Erdoğan da soruya cevaben:

“Şu anda demokratik ortak olarak geniş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesi içinde, bu projenin eşbaşkanları olarak Türkiye, İtalya ve Yemen yer alıyor. Bu ülkelerde demokrasi, özgürlükler, egemenlik ve ekonomik kalkınma konularındaki gelişmeleri izleyeceğiz. Elimizden ne geliyorsa, bunu bölge barışı için, bölgenin refahı ve mutluluğu için yerine getirme gayreti içinde olacağız” diyerek yanıtlamıştı. Bu BOP’un Türkiye yöneticileri tarafından ilk telaffuzu olmuş lakin o dönem konu tam anlaşılamadığından üzerinde çok durulmamıştı. Bundan yaklaşık bir yıl sonra dönemin ABD Başkanı Bush’la yapılan görüşmesinin ardından dönemin başbakanı Sayın Erdoğan şunları açıklamıştı:

“Başta Kıbrıs, Ortadoğu, İsrail-Filistin, Irak, bunun yanında Suriye, İran, Afganistan, Geniş Ortadoğu Projesi’ndeki çalışmaları görüşme fırsatımız oldu… Sea Island sürecinde Türkiye, İtalya ve Yemen geniş Büyük Ortadoğu Projesi’nde demokratik ortak olarak bir görev üstlendi ve bu görevle birlikte eş başkanlık, bu üç ülkeye verildi. Buradaki hedef reformlar, demokratik sürecin hızlandırılması ve demokrasiye geçiş, insan hakları, hukukun üstünlüğü, baskıcı rejimlere yönelik takınılması gereken tavırlar, bunun yanında teröre karşı ortak bir mücadele, güvenlik konusu ve bir de bu ülkelerin kalkınmasına yönelik atılacak adımlar. Şu anda Türkiye bu istikamette çalışmalarını sürdürüyor. Şu anda Ortadoğu coğrafyası üzerindeki ülkelere yapmış olduğumuz ziyaretler ve onlarla yapmış olduğumuz görüşmelerde, bu konulara özellikle yaptığımız vurgular, hep bunun açık, net örnekleridir. Bir Suriye, bir Ürdün, bir Lübnan, Kuzey Afrika ülkeleri, Fas, Tunus, bunlara yaptığımız ziyaretler, hepsi bunun birer adımıdır ve bu da devam edecek… Aynı şekilde yine geleceğe yönelik olarak söylüyorum, geniş Ortadoğu Projesi’ne yönelik takındığımız tavır, Geniş Ortadoğu Projesi bir hayır mıdır, evet midir? Bu nelere rağmen denmiştir. Bunları artık göreceksiniz.”

Ortadoğu’nun kritik noktaları işaretlenmiş ve emperyalist Amerika’nın sinsi emellerine uygun büyük değişimler için düğmeye basılmış, Türkiye ise tehlikeli ve sonu kendi için de hayırlı olmayacak bir serüvene sokulmuştu. ABD ve CIA destekli olaylar süreci artık başlamıştı.

ABD’nin BOP’u Libya’yı düşürdü;

Libya’da bir zamanlar darbeyle yönetimi ele geçiren ve 42 yıl yönetimde kalan, renkli kişiliği ve sıra dışı çıkışları ile sıkça gündeme gelen Başkan Muammer Kaddafi’yi devirmek için ABD, BOP kapsamında düğmeye bastı ve Arap Baharı denilen CIA operasyonları ile İslam dünyasına yeniden dizayn verilmesi kapsamında Libya’da iç karışıklıklar çıkarıldı. 19 Mart 2011 tarihinde de güya karışıklığı düzeltme amaçlı operasyon başlatıldı. Libya Başkanı Muammer Kaddafi, ABD Başkanı Barack Obama’ya operasyon öncesinde şunları yazdığı basında yer almıştı:

“Oğlumuz Sayın Barack Hüseyin Obama’ya. Sana daha önce de söyledim. Allah korusun Libya ile ABD savaşa girse bile sen bizim oğlumuz olarak kalacaksın. Bizim gözümüzdeki resmin değişmeyecek. Senden aynı imajı korumanı istiyorum. Eli silahlı El Kaide militanları senin ülkendeki şehirleri kontrol etseydi sen ne yapardın? Söyle ben de aynı yolu izleyeyim.”

Muammer Kaddafi, “Biz dostuz, arkadaşız” diye seslendiği dönemin Türkiye başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Amerika’nın yanında yer almayarak bu ABD müdahale komplosunu boşa çıkaracağını bekliyordu. Zira Kaddafi son röportajını TRT’ye vererek, “El Kaide Libya’yı ele geçirirse büyük bir facia yaşanır. Türkiye olayların gerçek yüzünü öğrendiğinde tutumunu değiştirecektir” demişti. Bunun akabinde Erdoğan önce “NATO’nun Libya’da ne işi var?” diye açıklama yapmış, fakat daha 24 saat geçmeden bu beyanından vazgeçerek İzmir’in NATO’nun, tabi arka planda ABD’nin Libya’ya müdahalesi için ana karargâha dönüşmesine müsaade etmişti. Ancak daha da acısı, ABD’nin Libya’ya bu emperyalist müdahale ve işgaline Türkiye de sözde bu NATO operasyonun deniz harekâtı kısmına firkateynler, gemiler ve bir denizaltı desteğiyle, hava operasyonlarına ise F16’larla destek vermişti. Bu operasyon Kore Savaşından ve Kosova hava

harekâtından sonra Türkiye’nin Amerika ile birlikte katıldığı üçüncü silahlı askeri harekât olarak tarihe geçmiştir.

Amerikan Devleti’nin emperyalist yayılma ve hükmetme ajandasının programı, kendi denetim ve kontrolündeki NATO kılıfı altında sözde karışıklıklara ( ki karışıklıların ardında zaten yine ABD vardı) müdahale etme iddiasıyla işlemekte ve Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki devletlerle dizayn verilmekteydi. NATO’ya üye ülke konumundaki Türkiye ise üye olmanın gereği olduğu düşüncesi ile ister istemez bu operasyonlara uluslar arası anlaşmalar bağlamında destek vermek zorunda kalıyordu. Oysa Türkiye’nin ABD’nin işleyen sinsi emellerinin dışında olması imkânsızdı ve yapılan her operasyon ABD patentli sıcak bölgeleri Cezayir, Libya, Mısır, Suriye, Irak derken kademeli olarak Türkiye sınırına yaklaştırıyordu. Artık Türkiye’de “sırada biz mi varız?” sorusunu soranların sayısı artıyor, insanlarımız endişe ile gelişmeleri takip ediyordu. Bir sonraki yazımızda BOP’un Türkiye ayağındaki kaos senaryolarını ve şeytani planlarını incelemeye devam edeceğiz.

“Komşu coğrafyalarda oynananın adı ’Büyük Ortadoğu Projesi’dir. Bu kanlı proje ölüm saçmaktadır. Bu kanlı proje İslam toplumlarının üzerine kâbus gibi çökmüştür. Bu zalim projenin Yemen ve İtalya’dan sonraki eşbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan da sahte gözyaşları dökmektedir. Yine duygu istismarlığı yapmaktadır. Yine vicdanları kandırmanın peşindedir. Ve iç ve dış politik alanında iflas etmişken peş peşe oy oranları açıklayarak partisinin yüzde 51’lerde olduğunu iddia etmektedir. AKP hükümeti ekonomide yere çakılmıştır. İşsizlik, yoksulluk, gelir dağılımındaki çarpıklık ortada olup hepinizin hanesindedir. Dış politikada uçuruma savrulmuştur. Başbakan ve hükümeti, Irak’ta, Afganistan’da ABD’ye destek vermiş, cinayetlere ses çıkarmamıştır. İsrail’e diklenmeler sonuç vermemiştir. Mısır, Suriye, Lübnan, Irak, İran’la anlaşmazlıklar ve ihtilaflar aşırı bir noktaya çıkmıştır.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 2013 yılında, Afyonkarahisar’ın Bolvadin ilçesinde düzenlenen 29’uncu Kaymak ve Eber Gölü Festivalinde yaptığı konuşma.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.