AHTAPOT TARZI İDARE SİSTEMİ

Reklam
Reklamı Gizle

Bülent Demirbaş

Türkiye’nin onca propaganda ve güzellemeler neticesinde büyük umut ve beklentilerle geçtiği Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi geçen zaman sürecinde demokrasi adına büyük bir hayal kırıklığı olmuştur. Gün be gün hepimiz bu sistemin çok güçlü, her şeye tek başına karar veren, adeta yargının da üstünde bir insan yarattığını müşahede ettik. Öyle ki geçen zaman zarfında ülkede hemen her şeye AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın karar verdiğini görüyoruz. Öyle ki Covid-19 salgınları sırasında maske satış fiyatlarının dahi önce Erdoğan’ın onayına sunulduğunu ve onay beklediğimizi de hatırlayın. Normal demokratik bir devlet idaresinde bu hususlar için atanmış Ticaret bakanının yetkili ve muktedir olması beklenir. Sadece maske değil, Türkiye’de basını taradığınızda şehirlerarası otobüs fiyatını da Sayın Erdoğan’ın belirlediğini okuyorsunuz. Oysaki buna ilişkin de Ulaştırma bakanının muktedir olmasını umarsınız. Hatta Sayın Erdoğan üniversitelerde dahi senato ve benzeri mekanizmaları işlevsizleştirip tüm kadroları kendi atadığı rektörlerin belirlemesinin önünü açarak üniversitelerde demokratik karar alma mekanizmasını ortadan kaldırarak buralarda da tek hakim oldu. Bununla kalınmayıp AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan Sayın Erdoğan tarafından Türk Tabipler Birliği, Türkiye Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği, Türkiye Barolar Birliği gibi meslek örgütlerinin seçim sistemlerini değiştirmek ve buralara da hakim olmak için halen büyük uğraş verilmekte, meslek örgütleri ise ciddi bir direniş göstermektedir. En son yapılan barolar birliği seçimine sarayın adamı oldu ithamlarına maruz kalan Metin Feyzioğlu’nun seçim hezimeti saraya karşı ciddi bir tepkinin tezahürü olarak yorumlanmıştır.

Cumhurbaşkanlığı hükümet Sistemi ile bakanların doğrudan Cumhurbaşkanına bağlanması, TBMM’nin vasıf ve niteliğinin zayıflatılması ile artık ülkenin adalet, eğitim, ekonomi gibi idari mekanizmaların doğrudan Sayın Erdoğan’a bağlandığını gördük. Ekonomi konusunda canı isteyince sıkça bakan değiştirmesi, gece yarısı kararnameleri denilen ani kararlarla Merkez Bankası başkan ve idarecilerini değiştirmesinin acı mali sonuçlarını tüm milletçe tecrübe ettik. Ekranlara çıkan koskoca bakanların, etki alanları ile ilgili sorular karşısında “Sayın Cumhurbaşkanı nasıl isterse, nasıl takdir ederse” gibi cümleleri sıkça kullanarak adeta yok hükmünde olduklarını itiraf eder haleti ruhiye içersinde olduklarına şahit olduk.

Sayın Erdoğan eğitim konusunda kararları alıyor, yüksek yargı üyelerini belirliyor, kendisine doğrudan bağlı adalet bakanı eliyle Hakimler ve Savcılar Kurulu üzerinde etkin olabilerek yargıya yön verebiliyor eleştirilerini ve tartışmalarını ulusal ve uluslar arası basında her gün okuyoruz. Yargı muhalif isim ve partiler aleyhine bir günde bile karar çıkartabilirken iktidar partisi mensuplarının ne soruşturma geçirdiğine ne de yargılandıklarına şahit olamıyoruz. Hatta üzerlerinde ciddi FETÖ iltisakî iddiası olanların yargılanmak bir yana devlet kademelerinde çok yükseklere çıktıkları dahi görebiliyoruz. Bu durum milletimizce iktidarın güç tutkusu, her şeye hakim olabilme sarhoşluğunun siyasi bir kibire dönüşmüş olduğu şeklinde de yorumlamakta, bu yönde ciddi eleştiriler de yapılmaktadır elbette. Ancak iktidarın bu tür eleştirileri hiç nazara almaması da dikkate değer bir husustur. Ekranlarda Sayın Erdoğan’ı herkesin Cumhurbaşkanı olarak değil de sürekli muhalefet partilere, muhalif partilerin belediye başkanlarına sataşan, laf atan bir AKP parti başkanı olarak izlemek ülkedeki herkesin başkanı olma vasfını henüz kazanamadığını gösteren incelemeye değer bir siyaset bilimi örneği oluşturmaktadır.

Son günlerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi üzerinde yürütülen politikayı da dikkatle izliyoruz. İktidar İBB kadrolarının teröristlere açıldığını iddia ediyor. İBB varsa al tutukla, neden kara propaganda yapıyorsun diyor. Hatta bu konuda İmamoğlu AKP genel başkanı Sayın Erdoğan’a aynı zamanda Cumhurbaşkanı da olması nedeniyle mektup yazmış lakin Sayın Erdoğan’ın “Bir de bana utanmadan mektup yazmış” demesi herkesi şoke etti. Zira bu konuşma tarzının herkesin Cumhurbaşkanı olması gereken kişinin halen kendisini sadece AKP genel başkanı olarak gördüğü, kendisini bir türlü herkesin Cumhurbaşkanı olmaya adapte edemediği şeklinde yorumlandı. Eğer hakikaten terörle iltisaklı kişiler varsa istihbarat, yargı ve kolluk güçlerini elinde bulunduran iktidarın ne gerekiyorsa yapması gerekir ancak seçim sathı mahalline girildiği bu günlerde doğrudan Cumhurbaşkanına bağlı İçişleri bakanının adeta AKP’nin son mahalli seçimlerde kaybetme acısını

halen kabullenemediği İstanbul için siyasi bir yıpratma hamlesi mi başlattı şeklinde yükselen bir endişe de söz konusu. Bugüne kadar durulup seçim sathı mahallinde AKP’nin İstanbul’u yeniden kazanma hamlesinin bir tezahürü olarak mı İçişleri bakanlığı İmamoğlu’nun üzerine salınıyor şeklinde çok kuvvetli bir endişe var kamuoyunda. Önümüzdeki günlerde bu hususun hararetle tartışılmaya devam edebileceği kesin gibi gözüküyor. Bizlerde tartışmaları takip edip yeri geldikçe yorumlamaya devam edeceğiz.

Türkiye idaresini 20 yıldır elinde tutan AKP muhalif kesimlerce yolsuzluk, rant, haksız çıkar, taraflı yönetim, bağımsızlığı olmayan bir yargı yaratma gibi pek çok ithamlarla da karşı karşıya. İktidarın bu tartışmaların içerisinde olması doğal elbette ama Cumhur İttifakının ortağı olan MHP’nin sadece AKP’nin doğru-yanlış ne yaparsa yapsın onaylayan ve alkışlayan, AKP’ye muhalif olan kişi ve kesimlere karşı sürekli AKP’yi yeri geldiğince şiddetle savunan ve söz söyletmeyen yapısı Türk siyasi hayatında enteresan bir tecrübe olarak tarih yazmaya devam etmektedir. MHP’nin taban kaybetme kaygısı dahi yaşatmayan anlayışı neticelerini önümüzdeki seçimlerde elbette belirleyecektir lakin bugünden ülkücü tabanın öfke ve eleştirilerini de gözlemleyen haber ve yazılar kayda değer ipuçları vermektedir. AKP önümüzdeki seçimlerde ülkücü tabandan yeterli oy desteği alamayacağının ne kadar farkında, bunun için alternatif politikalar üretecek midir takip edeceğiz. Zira seçimlerde artık yüzde 50 oyun imkânsız olduğunun kendisi de farkında olan iktidar seçim için lehine ne tür düzenlemeler yapması gerektiğinin telaşına düşmüştür ve bunu kimi zaman parti ileri gelenleri beyanlarında da açık etmektedirler.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ülkeyi uçuran, demokratik bir ülke, bağımsız bir yargı, düşünce özgürlüğünün olduğu, ekonomisi de güçlü bir ülke yaratmamış, bilakis ve maalesef tüm bu beklentilerin tersi yönünde gün be gün güçlenen bir ivme kazanmıştır. AKP sanki seçim kazanmış herhangi bir siyasi parti değil de ülkenin tek ve tartışmasız mutlak hakimi olduğu kibri ile hareket etmeye, genel başkanları Erdoğan’ı ise sanki Saray’ı hiç terk etmeyecek bir mutlak hakim gibi görmektedir. Demokrasilerin çok sesliği ve çok fikirliğinin yansıması olan istişare sistemi olan güçlü meclisler ile değil de tabiri caizse bir ahtapota bağlı kollar gibi olan bakanlar sistemi ile her şeyin tek yerden, tek kişiden, tek kararla idare edilmesi, esasında demokrasi ve insan hakları adına vahim bir kara tablo olan bu garabet yönetim şekli kamuoyunda her geçen gün daha da yükselen bir sesle eleştiri almakta, hem AKP hem de beraberindeki koşulsuz destekçisi olan MHP oy ve güven kaybetmektedirler. Bu oy kaybının idrakinde olan ve kontrolsüz mutlak gücün tadına sonuna kadar bakmış olan iktidarın bu gücü kaybetmemek için neler yapabileceği endişesini de milletimizde gerek sokakta, gerek sosyal medyada, gerekse iktidarın ele geçirmediği sayılı bir iki kimi basın organlarında gözlemlemek mümkündür. Türkiye için güzel ve aydınlık yarınlar için umudumuzu hiç kaybetmeden geleceğe ülkemiz için demokrasi ve özgürlük adına umutla bakmaya devam edeceğiz. AKP genel başkanı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın damadı, Hazine ve Maliye eski bakanımız Berat Albayrak’ın ekonomi çökerken istifa edip ortadan sırra kadem basarken dediği gibi;

“Allah sonumuzu hayır etsin…”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.