Haydar Haydar

Reklam
Reklamı Gizle

Kent kö­tüy­dü. Şehir za­lim­di. Kent acı­ma­sız­dı. Şehir bar­bar­dı. Kent iş­siz­lik­ti. Şehir gün­de­lik işti. Kent pa­ra­sız­lık­tı. Şehir yok­sul­luk­tu. Kent eme­ği­nin kar­şı­lı­ğı­nı ala­ma­mak­tı. Şehir ça­kal­lar or­du­suy­du. Kent kurt­lar sof­ra­sıy­dı. Şehir şid­det­ti.
Ev ‘Kö­roğ­lu’ydu. Ev ço­cuk­lar­dı. Ev, eve ge­ti­ri­le­me­yen ek­mek­ti. Yok­luk­tu, yok­sul­luk­tu.
Ev, ‘Biz bu kadar eğil­mez­dik ço­cuk­lar ol­ma­say­dı.’dı*
Baba emek­ti. Baba sev­giy­di. Baba şef­kat­ti. Baba gü­ven­di. Baba ve­ri­le­me­yen harç­lık­tı. Baba alı­na­ma­yan ki­tap­tı. Baba bir boynu bü­kük­lük­tü.
Baba coş­kuy­du. Baba di­renç­ti. Baba şar­kıy­dı. Baba ‘Cem’di. Baba ‘talip’ti. Baba ‘mu­sa­hip’ti. Baba, ‘dost­tan bir elma geldi / elma ne güzel elma / içi tu­runç dışı tu­runç / ne güzel elma’*ydı. Baba bağ­la­may­dı. Baba se­mah­tı. Baba tür­küy­dü. Baba(m) şehre iner­di. Baba(m) eve un ge­ti­rir­di, ekmek ge­ti­rir­di. Şehir, ba­bam­la eve ge­lir­di. Kent, so­ba­nın ba­şı­na bağ­daş ku­rar­dı. Baba(m) koca bir sus­kun­luk olur­du. Baba(m) fı­sıl­tı olur­du. Anne(m) din­ler­di. Anne(m) mırıl mırıl ko­nu­şur­du. Baba(m) ku­zi­ne so­ba­dan, ma­şay­la ateş alır, ci­ga­ra­sı­nı ya­kar­dı. ‘İlk ne­fes­te ya­rı­la­nır ci­ga­ram / Bir duman alı­rım dolu / Bir duman ken­di­mi öl­dü­re­si­ye ‘ olur­du. ‘Sus, kim­se­ler duy­ma­sın / Duy­ma­sın, ölü­rüm ha.’ olur­du.
Göz göze ge­lir­dik.
Kalk oğlum rad­yo­yu aç, derdi.
Açar­dım.
Ali Ekber Çiçek baş­lar­dı:
‘’Gönül gel se­nin­le mu­hab­bet ede­lim
Araya kim­se­yi alma sev­di­ğim
Ya benim kimim var, kime yal­va­ra­yım
Kal­dır kal­bin­de­ki ka­ra­yı gönül
Dünya için gül ben­zi­ni sol­dur­ma
Hal­den bil­me­ye­ne halin bil­dir­me
Tabip ola­ma­ya­na yaram sar­dır­ma
Az­dı­rır­sın bir gün ya­ra­yı gönül
Sol­maz­sa dün­ya­da gü­zel­ler sol­maz
Bu dünya fa­ni­dir kim­se­ye kal­maz
Yalan dolan ile so­fu­luk olmaz
Mümin olan bek­ler fe­ra­hı gönül
Der­viş Ali’m öğüt verir özüne
Gönül lüt­fey­le­di kendi sö­zü­ne
Az­ra­il ko­nar­sa göğ­sün dü­zü­ne
Bek­le­mez o zaman sı­ra­yı gönül’’
Derin bir ‘off’ çe­ker­di.
Gidip bir de yaşlı bir ka­dın­la ev­len­di, derdi.
Kı­zar­dı, üzü­lür­dü.
Din­ler, üzü­lür; üzü­lür, din­ler­di.
Yine din­ler; yine üzü­lür­dü.
Şehre iner, şehir / kent sa­vaş­la­rın­dan eve elin­de ekmek ve kırk­beş­lik plak­lar­la dö­ner­di. Âşık Mah­zu­nî’yle, Mah­mut Erdal’la, Âşık Daimi’yle, Âşık Gü­la­bî’yle, Âşık Yok­su­lî’yle, Âşık Za­ma­nî’yle, Ali Ku­zul­tuğ’la, Âşık Ne­si­mî’yle, Kul Meh­met’le… dö­ner­di.
Oğlum şun­la­rı bir çal hele, derdi.
Pi­ka­bın ba­şı­na geçer, küçük bir sün­ger­le plağı siler, yer­leş­ti­rir, ça­lar­dım. Babam din­ler­di.
Bir si­ga­ra ya­kar­dı, uzak­la­ra da­lar­dı.
Oğlum, hele sen rad­yo­dan Ali Ekber Çiçek’i bul, derdi yine. Arar, bu­lur­dum. Ali Ekber Çiçek yine baş­lar­dı: ‘’ Der­dim çok­tur han­gi­si­ne ya­na­yım
Yine ta­ze­len­di yürek ya­ra­sı
Ben bu derde kanda der­man bu­la­yım
Meğer şah elin­den ola ça­re­si
Efen­dim, efen­dim beni efen­dim
Benim bu der­di­me der­man efen­dim
Türlü don­lar giy­miş gül­den na­zik­tir
Gönül cey­rey­le­me güle ya­zık­tır
Çok has­ret­lik çek­tim bağ­rım ezik­tir
Güle güle gelir can­lar pa­re­si… ‘’
İçli içli din­ler, yine derin bir ‘off’ çe­ker­di. ‘ Bil­mem ki nasıl an­lat­sam; / Nasıl, nasıl, size der­di­mi! / Bir dert ki yü­rek­ler acısı / Bir dert ki düş­man ba­şı­na / Gönül ya­ra­sı desem / Değil / Ekmek pa­ra­sı desem / Değil / Bir dert ki / Da­ya­nı­lır şey değil!’ *****olur­du.
Ço­cuk­tum, derdi neydi an­la­maz­dım; bil­mez­dim. Annem kı­zar­dı. Ağ­zı­nın için­de bir şey­ler ge­ve­ler­di.
Su­sar­dı.
Halil Amca ge­lir­di kimi gün­ler.
Sey­da­li Amca ge­lir­di kimi gün­ler.
Tay­yar Amca ge­lir­di kimi gün­ler.
Üçü bir­lik­te ge­lir­di kimi gün­ler.
Halil Amca, kö­yü­mü­zün yok­sul­lu­ğu­nu ta­şır­dı evi­mi­ze oba­mı­za.
Sey­da­li Amca, Der­sim’in acı­la­rı­nı ta­şır­dı evi­mi­ze oba­mı­za.
Tay­yar Amca, Har­put’taki teh­ci­rin acı­la­rı­nı ta­şır­dı evi­mi­ze oba­mı­za.
Halil Amca ta­ba­ka­sı­nı çı­ka­rır, ci­ga­ra sa­rar­dı. Babam dur, bur(a)dan yak, der, ye­ni­ce ta­ba­ka­sı­nı uza­tır­dı.
Halil Amca, ‘yirmi yassı ci­ga­ra’dan bi­ri­ni alır, ya­kar­dı.
Babam:’ Oğlum, kalk şu Kürt­le­ri bul!’ derdi.
Kal­kar, kısa dal­ga­da biraz gezer, sonra ‘Kürt­ler’i bu­lur­dum.
Rad­yo­da cı­zır­tıy­la Kürt­çe ez­gi­ler ça­lar­dı.
Cı­zır­tı­ya al­dır­maz­lar­dı. Susar, din­ler­ler­di.
Din­ler, su­sar­lar­dı.
Yine su­sar­lar­dı; yine din­ler­ler­di.
‘Kürt­ler’ bi­ter­di.
Babam, hele oğlum şu tür­kü­le­ri aç, derdi.
Ali Ekber Çiçek yine baş­lar­dı.
‘ On dört bin yıl gez­dim per­va­ne­lik­te
Sıdkı ismin duy­dum di­va­ne­lik­te
İçtim şa­ra­bı­nı mes­ta­ne­lik­te
Kırk­la­rın ce­min­de dara düş oldum
Kırk­la­rın ce­min­de, Hay­dar Hay­dar

Anahtar Kelime:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.