”Garip Kal­dım Şimdi Gur­bet El­ler­de”

Reklam
Reklamı Gizle

Değ­men benim gamlı yaslı gön­lü­me Ben bir selvi boylu yar­dan ay­rıl­dım.’’
Selvi boylu yâr­dan ay­rıl­mış­tım. Yak­la­şık kırk yıl geç(miş)ti işte ara­dan. Ha­tır­la! He­pi­miz yok­sul­duk. He­pi­miz, ner­dey­se her gün, aynı giy­si­le­ri gi­yi­yor­duk. Unut­tun mu?
O da her gün, şekli, de­sen­le­ri, kol­la­rı­nın eline taşan uzun­lu­ğu… bugün dahi gö­zü­mün önün­de olan la­ci­vert ka­za­ğı­nı gi­yer­di. Kazak la­ci­vert ol­ma­sı­na la­ci­vert­ti de tam göğüs kıs­mı­na denk gelen bö­lüm­de, al­tın­da ve üs­tün­de, kıv­rım kıv­rım çiz­gi­ler bu­lu­nan şerit için­de çe­şit­li ge­omet­rik şe­kil­le­rin ol­du­ğu de­sen­ler vardı. Nerde, ne zaman, o de­sen­li ka­zak­tan giyen bi­ri­ni gör­sem yü­re­ğim ye­rin­den fır­lar, aklım başka di­yar­la­ra göçer(di).
Gün­ler­ce söy­le­dim dur­dum:
‘’ Evvel bağ­ban idim, dos­tun ba­ğın­da
Talan vurdu, ayva nar­dan ay­rıl­dım’’
Talan vur­muş­tu. Ay­va­dan, nar­dan, kurt­tan kuş­tan, börtü bö­cek­ten, kuş­lar­dan, gök­yü­zün­den, ır­mak­lar­dan, çay­lar­dan, de­re­ler­den, pa­yam­lar­dan, payam çi­çek­le­rin­den, ge­lin­cik­ler­den, nev­ruz­lar­dan, sü­sen­ler­den, akas­ya­dan, akas­ya çi­çe­ğin­den, ka­vak­lar­dan, ki­tap­lar­dan, demli çay­lar­dan, çay bah­çe­le­rin­den, çay bah­çe­si şar­kı­la­rın­dan… ay­rıl­mış­tım.
Umar­sız­dım, çay bah­çe­si şar­kı­la­rı­na sı­ğın­mış­tım.
Yak­la­şık kırk yıl sonra, uçağa bi­ner­ken gör­düm o ka­za­ğı. Sana ben­ze­yen, dünya gü­ze­li bir kızdı ka­za­ğı giyen. Saç­la­rı da senin saç­la­rın gibi sim­si­yah­tı ve om­zu­na dö­kül­müş­tü. Boy desen sen bos desen sen…
Sal­gın ne­de­niy­le kul­lan­dı­ğı, maske bile gü­zel­li­ği­nin gö­rün­me­si­ne engel de­ğil­di. Durur muyum? Çar­ça­buk okut­tum gö­rev­li­ye bi­le­ti­mi. Koş­tum, ye­tiş­tim ar­dın­dan. O far­kın­da de­ğil­di ama biz kırk yıl­lık dost gibi yan yana yü­rü­dük.
Sanki kırk yıl ön­ce­sin­den çıkıp gel­miş­tin.
Sanki bir sabah seni evden alıp gö­tür­me­miş­ler­di.
Sanki annen ardın sıra ‘sabim, sabim’ diye hiç ağ­la­ma­mış­tı.
Sanki hiç Fi­lis­tin as­kı­sı­na alın­ma­mış­tın.
Sanki elekt­rik ver­me­miş­ler­di her ye­rin­den.
Sanki taz­yik­li suya tut­ma­mış­lar­dı.
Sanki saç­la­rı­nı yol­ma­mış­lar­dı.
Sanki fa­la­ka­ya ya­tır­ma­mış­lar­dı.
Sanki teca…
Ya­za­ma­dım işte.
Di­ye­me­dim işte.
Gün­ler­ce söy­le­dim dur­dum:
Ben gön­lü­mü çalan yâr­dan ay­rıl­dım’’
Yol kı­say­dı. Zaman dardı. Uça­ğın ka­pı­sı­na gel­dik. Önce o bindi uçağa. Sonra ben bin­dim. Ye­ri­ne otur­du. Ya­nın­dan ge­çer­ken: ‘’ İyi uçuş­lar’’ dedim. Güldü, ba­şıy­la yanıt verdi di­le­ği­me.
Yol bo­yun­ca ka­za­ğa ta­kı­lıp kaldı göz­le­rim.
‘’ Bel­le­ği ha­re­ke­te ge­çi­ren her şey can­lı­dır ve bu­gün­de­dir. O ‘her şey’ ha­tı­ra­yı, ha­tı­ra ha­fı­za­yı uya­rır ve geç­mi­şi ge­ti­rip bur­nu­mu­zun ucuna koyar. Demek ki geç­miş artık şim­di­dir. Sa­atin tik tak­la­rı yal­pa­lar, ileri – geri gider durur. Vakit, ta­ri­hi­mi­ze yeni yeni not­lar ko­ya­rak, şerh­ler dü­şe­rek geç­me­ye baş­lar. İşte o an­lar­da eş­ya­lar göz­le­ri­ni üze­ri­mi­ze diker ve se­yir­ciy­le se­yir­lik ola­nın al­tın­da­ki zemin de din­gil­de­me­ye baş­lar.’’ der ya Figen Şa­ka­cı ‘Ben hangi ku­tu­nun için­de giz­li­dir?’ öy­kü­sün­de.
İşte öyle…
Gün­ler­ce söy­le­dim dur­dum:
‘’Çok ağ­la­dım Mec­nun gibi çöl­ler­de
Fer­hat gibi şirin yâr­dan ay­rıl­dım’’

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.