An­la­mın Kı­ya­meti

Reklam
Reklamı Gizle

Elim bir has­ta­lı­ğın pen­çe­sin­de uzun sü­re­dir kıv­ra­nan yaşlı adam, tıb­bın çö­zü­mü­nü bu­la­ma­dı­ğı has­ta­lı­ğı­na çare bu­lu­na­ma­yın­ca ken­di­si­ne olur da ‘bir ümit’, ‘ağzı dualı’ bi­ri­nin ad­re­si­ni ver­miş ve yaşlı adam­ca­ğı­zı bu ko­nu­da da ikna et­miş­ler.
Ku­la­ğı­na fı­sıl­da­nan­la­ra göre en ağır has­ta­lar dahi bu ‘mu­te­ber’ ki­şi­nin du­ala­rıy­la şifa bu­la­rak iyi­le­şe­bi­li­yor­muş.
Yü­re­ğin­de fi­liz­le­nen bir umut­la, ve­ri­len ad­re­si ça­re­siz­lik için­de ce­bi­ne atıp dok­to­run ya­nın­dan ay­rı­lıp ve­ri­len ad­re­se git­mek üzere ken­di­ni dı­şa­rı atmış ve so­ka­ğın kö­şe­sin­de simit satan altı yedi yaş­la­rın­da bir ço­cu­ğa rast­la­mış.
Çocuk, son de­re­ce masum göz­ler­le ken­di­si­ne ba­kı­yor ve onu ta­nı­yor­muş gibi gü­lüm­sü­yor­muş. Adam, o yaş­ta­ki ço­cuk­la­rın ta­ma­men gü­nah­sız ol­du­ğu­nu dü­şü­ne­rek yo­lu­na devam eder­ken yü­re­ğin­de fi­liz­le­nen bir dü­şün­cey­le ani­den dur­muş.
Zira si­mit­çi ço­cu­ğun üze­rin­de­ki ol­duk­ça es­ki­miş ti­şör­tün üze­rin­de bir “E” harfi ya­zı­lıy­mış. Yü­re­ğin­de­ki ses ona, bu “E” mut­la­ka ev­li­ya­nın “E” si ol­ma­lı diye fı­sıl­da­mış.
Ara­dı­ğı ev­li­ya­ya bu kadar çabuk ulaş­ma­nın he­ye­ca­nıy­la ya­nı­na gidip bir simit al­dık­tan sonra;
“Dok­tor­lar benim hasta ol­du­ğu­mu söy­le­di­ler, iyi­leş­mem için bana dua eder misin? “demiş. Çocuk bu tek­lif kar­şı­sın­da şa­şır­mış bir halde ka­fa­sı­nı “olur” der gibi sal­lar­ken cevap ver­miş; “Bende sık sık has­ta­la­nı­yo­rum, ama dedem Allah’a ina­nan­la­rın ölün­ce yıl­dız­la­ra uç­tuk­la­rı­nı ve orada cen­ne­ti sey­ret­tik­le­ri­ni söy­lü­yor.
Bu yüz­den kork­mu­yo­rum has­ta­lık­lar­dan.” Adam, si­mit­çi ço­cu­ğun bu söz­le­riy­le bir fe­rah­la­ma his­set­miş. Onun so­ğuk­tan mo­ra­ran ya­nak­la­rı­na bir öpü­cük kon­du­rur­ken;
“Deden çok doğru söy­le­miş, ama ben yine de dua is­ti­yo­rum sen­den.” Çocuk, du­ası­nın kıy­me­ti­ni an­la­mış bir halde karşı kal­dı­rım­dan geç­mek­te olan ba­lon­cu­yu gös­te­re­rek;
“Size dua ede­ce­ğim” diye cevap ver­miş.
“Ama eğer iyi­le­şir­se­niz, bana on tane uçan balon ala­cak­sı­nız, tamam mı?” Bu sefer, yaşlı adam ba­şı­nı sal­la­mış; fakat çocuk bu kadar büyük bir ha­zi­ne­yi is­te­mek­le hak­sız­lık yap­tı­ğı­na hük­met­ti­ği için mah­cu­bi­yet­ten kı­za­ran ya­nak­la­rı­nı el­le­riy­le ört­me­ye ça­lı­şır­ken;
“Vaz­geç­tim, uçan balon al­ma­nı­za gerek yok, nor­mal balon da olur!” demiş.
Adam, bu an­laş­ma­yı kabul et­ti­ği gös­ter­mek için el­le­ri­ni uza­ta­rak ço­cuk­la to­ka­laş­mış. Yap­tık­la­rı an­laş­ma­ya göre yaşlı adam has­ta­lık­tan kur­tu­lur­sa altı ay son­ra­ki Ra­ma­zan Bay­ra­mı’nda ço­cuk­la bu­lu­şa­cak, her­han­gi bir se­bep­le ge­le­me­di­ği tak­dir­de de ön­ce­den ha­zır­la­nan ba­lon­la­rın ona ulaş­ma­sı­nı veya pos­ta­lan­ma­sı­nı sağ­la­ya­cak­mış.
Bu an­laş­ma son­ra­sı da yaşlı adam, küçük ço­cu­ğun adını ve ad­re­si­ni bir kâ­ğı­da yaz­dık­tan sonra ba­şı­nı ok­şa­ya­rak onun­la ve­da­laş­mış.
Ara­dan soğuk bir kış geçip Ra­ma­zan ayına ula­şıl­dı­ğın­da, ada­mın ha­ya­tın­da bek­le­di­ği “o mu­ci­ze” ger­çek­leş­miş ve “ümit yok” denen has­ta­lı­ğın­dan eser bile kal­ma­mış.
Ha­ya­ta tek­rar dön­me­nin se­vin­ciy­le si­mit­çi ço­cu­ğa ver­di­ği sözü anım­sa­ya­rak en güzel ba­lon­lar­dan bir paket ha­zır­la­mış ve bay­ra­mın ilk gü­nü­nü iple çe­ke­rek ran­de­vu ye­ri­ne git­miş.
Git­miş ama çocuk orda ol­ma­dı­ğı gibi, kü­çük­le­rin cıvıl cıvıl kay­naş­tı­ğı bay­ram ye­rin­de­ki diğer si­mit­çi­ler de ço­cu­ğu ta­nı­mı­yor­muş.
Yaşlı adam ümit­siz­lik için­de ço­cu­ğu biraz iler­de­ki bak­ka­la sor­du­ğun­da, dük­kân sa­hi­bi; “ci­ğer­le­ri has­tay­dı yav­ru­ca­ğın” demiş “geçen hafta ani­den ölü­ver­di”
Gö­zün­de bi­ri­ken yaş­la­rın ya­na­ğın­dan ak­ma­sı­na engel ola­ma­yan yaşlı adam, bir anda bey­nin­den vu­rul­mu­şa dön­müş, sol ya­nın­da ta­ri­fi im­kân­sız bir yanma his­set­miş.
Koşar adım­lar­la orayı terk eder­kn, önüne çıkan ilk ba­lon­cu­ya bir tomar para uza­tıp; “şu uçan ba­lon­lar­dan 10 tane is­ti­yo­rum” demiş ve “çabuk ol, ge­cik­me­den ulaş­ma­lı ye­ri­ne” diye de üs­te­le­miş.
Adam, sa­tı­cı­nın ace­ley­le uzat­tı­ğı ba­lon­la­rın ip­le­ri­ni bir­bi­ri­ne dü­ğüm­le­dik­ten sonra, on­la­rı gök­yü­zü­ne bı­rak­mış. Bay­ram ye­rin­de­ki her­kes gibi ba­lon­cu da şaş­kın­lık için­de da­ya­na­ma­yıp; “ne yap­tı­ğı­nı­zı an­la­ya­ma­dım” demiş.
“Neden bı­rak­tı­nız on­la­rı öyle? “ Adam, nazlı nazlı yük­sel­mek­te olan ba­lon­la­rı bu­ğu­lu göz­ler­le takip eder­ken;
“On­la­rı bek­le­yen kü­çü­cük bir dos­tum var” diye mı­rıl­dan­mış.
“Hem de ev­li­ya gibi bir dost. Ba­lon­la­rı ad­re­si­ne pos­ta­la­dım sa­de­ce!”
Evet, benim göz­le­ri­mi ya­şar­tan bu hi­ka­ye­nin yürek ül­ke­ni­ze de sıcak bir esin­ti­ye sebep ola­ca­ğı­nı umut edi­yo­rum.
Zira gör­dü­ğü­müz halde ba­şı­mı­zı çe­vir­di­ği­miz, duy­du­ğu­muz halde ku­lak­la­rı­mı­zı tı­ka­dı­ğı­mız, şahit ol­du­ğu­muz halde vic­da­nı­mı­zı ört­tü­ğü­müz bu kay­gan zaman di­li­min­de pa­ti­naj yap­ma­mak adına bunun gibi ya­şan­mış­lık­la­rı oldum olası önem­si­yor ve bu tür şey­le­rin in­sa­nı ken­di­ne ge­ti­ren işa­ret­ler ba­rın­dır­dı­ğı­nı veh­me­di­yo­rum.
Çünkü anlam ok­ya­nu­su­nun sa­de­ce kı­yı­sın­dan bakan, bu yüz­den de ya­şa­mın ne­re­de baş­la­yıp ne­re­de bit­ti­ği­ni ya da ne­re­de baş­la­yıp ne­re­de bit­me­di­ği­ni merak et­me­yi çok zaman önce bı­ra­kan, neden gel­di­ğin­den çok ne­re­ye gi­de­ce­ği fik­ri­ne sa­bit­le­nen “insan” denen meç­hul, garip ve bu sisli bir ik­lim­den ge­çi­yor epey­dir.
Müp­te­la­sı ha­li­ne ge­ti­ril­di­ği­miz eli­miz­de­ki ek­ran­lar­da göz­le­ri­ne ışık tu­tul­muş ve bu sa­ye­de kıs­kıv­rak ya­ka­lan­mış bir tav­şan gibi hip­no­ti­ze olmuş ve orada öy­le­ce donup kal­mış gi­bi­yiz.
Belki bir­ço­ğu­muz far­kın­da de­ği­liz; evet ama bu uyuş­ma hali kalp­le­ri­mi­zi ve zi­hin­le­ri­mi­zi ki­lit­le­ye­rek bizi hayal et­mek­ten uzak­ta tu­tu­yor, rü­ya­la­rı­mı­zı ula­şa­ma­ya­ca­ğı­mız de­rin­lik­le­re gö­mü­yor, içi­mi­zin ko­lu­nu ka­na­dı­nı kı­rı­yor.
Zira artık ruh­la­rı­mız en çok da eli­miz­de­ki ek­ran­lar ma­ri­fe­tiy­le bizi ol­gun­laş­tı­ran, insan kılan ve ya­rın­la­ra ha­zır­la­mak­la gö­rev­li acı­lar­dan, göz­ya­şın­dan, ha­ya­tın için­den gelen sı­kın­tı ve ke­der­ler­den bes­len­mek ye­ri­ne haz, hız ve ayar­tı­cı güç­le­re kur­gu­lan­dı.
Bu ne­den­le de ha­ya­tın için­den geç­mek, dal­ga­la­rıy­la bo­ğuş­mak ye­ri­ne onu kı­yı­dan iz­le­me­yi ter­cih edi­yo­ruz.
Kendi pen­ce­rem­den bak­tı­ğım­da acı­nın bin bir çeşit ifa­de­si­ni in­san­la­rın yüz­le­rin­de bulup oku­ma­ya me­ra­kı ol­ma­ya­na okur-ya­zar denir mi bil­mi­yo­rum!
Ama buna rağ­men me­sa­imi­zin büyük bir kıs­mı­nı inşa etmek; iyi­lik ve gü­zel­lik­le­ri yay­mak, mer­ha­me­ti nak­şet­mek ye­ri­ne hiç dü­şün­me­den yıkıp geç­me­ye ayı­rı­yor; sonra da neden mâmur bir ha­ya­tı­mız ol(a)ma­dı­ğı­nı sorup du­ru­yo­ruz bir­bi­ri­mi­ze.
Üs­te­lik şi­kâ­yet ka­pı­sın­da ıs­rar­la du­ra­rak.
Emin olun ki, ola ki Allah ce­hen­ne­mi bu dün­ya­nın için­de bir yere koy­muş ol­say­dı; in­san­lar bir­bir­le­ri­ni içine itmek için can­hı­raş kav­ga­la­ra tu­tu­şa­cak­tı.
Zira bu­gü­nün ya­şan­tı­sın­da is­ti­ka­me­ti be­lir­le­yen tek temel unsur artık tü­ke­tim!
İnsan­lar, kendi ha­yat­la­rı­nı bile “tü­ke­te­bil­me im­kan­la­rı­nın ni­ce­li­ği­ne göre” tarif eder hale geldi.
Böyle bir or­tam­da da doğal ola­rak pek tabi ki değer değil fiyat ge­çer­li olu­yor ve ya­zı­mın ba­şın­da an­dı­ğım ya­şan­mış­lık­lar sa­de­ce çok kısa bir süre sol ta­ra­fı­mı­zı acı­tı­yor!
Evet, kabul edi­yo­rum; he­pi­miz beşer ola­rak do­ğu­yo­ruz! Yü­rü­dü­ğü­müz onca yol, çek­ti­ği­miz onca çile, geç­ti­ği­miz onca im­ti­han, gös­ter­di­ği­miz onca gay­ret, son ne­fe­si­mi­zi ‘insan’ ola­rak ve­re­bil­mek için. Ama sanki insan ka­la­bil­me yo­lun­da çaba sarf eden­le­rin, bu derdi yü­re­ği­ne yük ya­pan­la­rın sa­yı­sı git­tik­çe aza­lı­yor.
Bakın me­se­la bu fik­ri­yat ile et­ra­fı­nı­za!
Dü­şün­ce­li bir halde gör­dü­ğü­müz her­han­gi bir şah­sın bir mânâ ara­yı­şı için­de olma ih­ti­ma­li ne­re­dey­se yok gibi. Yük­sek ih­ti­mal, o şah­sın ya­şa­dı­ğı sı­kın­tı hali, ka­ba­ran satın alma ih­ti­ra­sı­nı kö­rel­tecek maddî im­kâ­nı, çok uğ­raş­ma­sı­na rağ­men bir türlü bir araya ge­ti­re­me­miş ol­ma­sıy­la il­gi­li.
Çünkü göğ­sün­den süt em­di­ği­miz çağda; güç ah­la­kın­dan yok­sun kü­re­sel kor­san­la­rın ta­ci­zi­ne maruz kalan in­san­lı­ğın oluş­tur­du­ğu “yeni insan” için an­la­ma giden her yolun cüz­dan­la mut­la­ka bir iliş­ki­si var. Çünkü ‘mo­dern’ düzen bu şe­kil­de kur­gu­lan­dı.
Dik­kat­li­ce ba­kar­sak, ezici bir ço­ğun­lu­ğun ha­yal­le­ri­nin üze­rin­de bile sü­rek­li gün­cel­len­mek­te olan küçük hın­zır fiyat eti­ket­le­ri gö­re­bi­li­riz.
İnan­mı­yor­sa­nız et­ra­fı­nız­da­ki in­san­la­ra sorun. Size ha­yal­le­ri­ni an­lat­sın­lar ve siz de eli­ni­ze bir hesap ma­ki­ne­si ala­rak, onlar an­la­tır­ken ha­yal­le­ri­nin top­lam ma­li­yet he­sa­bı­nı çı­ka­rın. İnanın bu çok müm­kün! Eğer bi­ri­le­ri bunun ak­si­ne ma­li­ye­ti çı­ka­rı­la­ma­yan ha­yal­ler kur­ma­yı ba­şa­ra­bi­li­yor­sa, bilin ki biz, on­la­ra çok uzun za­man­dır ‘ha­yal­pe­rest’ di­yo­ruz.
Evet, ma­ale­sef biz önce ha­yal­le­ri­mi­zi yi­tir­dik.
Çünkü, mem­le­ke­tin hemen her ka­rı­şı­na “mo­dern­leş­mek adına” ruh­suz alış­ve­riş mer­kez­le­ri­ni di­ken­ler; sa­de­ce şe­hir­le­rin değil, in­san­la­rın da ruh­la­rı­nı sol­dur­du­lar.
Bakın şe­hir­le­ri­mi­ze artık ata­la­rı­mı­zın dik­ti­ği dil­le­re des­tan ma­bet­ler ye­ri­ne ti­ca­ret ku­le­le­ri boy gös­te­ri­yor. Ka­fa­nı­zı hangi ta­ra­fa çe­vir­se­niz her yer de­va­sa alış­ve­riş mer­kez­le­riy­le dolu.
Es­ki­den şe­hir­le­ri­mi­ze gi­ren­ler, ma­bet­le­rin huzur veren göl­ge­sin­de ruh­la­rı­nı din­len­di­rir­ken; bugün ilkin pa­ra­nın kibri ile se­lam­la­şı­yor.
Sizce de ruh­la­rı­mız­da­ki bu sol­gun­luk­tan kay­nak­lı değil midir ki artık en büyük din ola­rak iman et­ti­ği­miz “ka­pi­ta­lizm­le” birer tü­ke­tim ma­ki­ne­si ha­li­ne ge­le­rek ulaş­tık­la­rı­mı­zın ba­ğım­lı­sı, ula­şa­ma­dık­la­rı­mı­zın kö­le­si ha­li­ne gel­dik.
Bun­dan kay­nak­lı değil midir ki in­san­la­rın bir arada ya­şa­ma­sı­nın adeta mi­henk taş­la­rı olan yar­dım­laş­ma, da­ya­nış­ma ve mer­ha­met adım adım uzak­la­şı­yor biz­den Bu uzak­laş­ma­nın içi­miz­de ya­rat­tı­ğı boş­lu­ğu da tü­ke­te­rek dol­dur­ma­ya ve bu yolla şifa bul­ma­ya ça­lı­şı­yo­ruz.
Daha iyi ara­ba­la­ra bi­ner­sek, marka şey­ler gi­yer­sek; eşi­mi­ze, dos­tu­mu­za, ar­ka­da­şı­mı­za gi­yi­mi­miz­le, ku­şa­mı­mız­la, bin­di­ği­miz araba, otur­du­ğu­muz evle hava ata­bi­lir­sek ken­di­mi­zi daha iyi his­se­di­yo­ruz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.