ABDAL KÜLTÜRÜ

Reklam
Reklamı Gizle

Hikâyenin birinci bölümünü bilirsiniz. 
Büyük Önder Atatürk, cumhuriyeti kurduktan sonra yanına Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nı da alarak Anadolu gezisine çıkar ve çeşitli illerde konserler verilir. 
Sivas’ta konser arasında Atatürk, vali ve belediye başkanına konseri nasıl bulduklarını sorar. Vali, bürokrasi icabı mükemmel bulduğunu söyler. Belediye başkanı, düşüncelerini açıkça ifade eder ve “Paşa’m. Sivas, Sivas olalı böyle zulüm görmedi!” der.
İlginç olan hikâyenin sonraki kısmıdır.
Rivayet odur ki; bundan tam 80 yıl önce, Şubat 1934’te Atatürk, Kırşehir’e üçüncü kez gelirken, Orkestra’yı da yanında getirir. Büyük bir kalabalığa verilen konser bitiminde, daha önceden adet olduğu üzere Atatürk, Kırşehir Valisi B. Nazım Akyürek’e görüşünü sorar. Vali Bey de, yine diplomatik dille, konserin muhteşem olduğunu söyler. O sırada daha 21 yaşlarında bir delikanlı olmasına rağmen, türküleri dilden dile dolaşan Muharrem Ertaş’a ilişir Atatürk’ün gözü… “Söyle bakalım Muharrem Usta, sen nasıl buldun konseri?” diye sorar. Muharrem Usta, her zamanki Abdal mütevâzılığı ile “Sağolun Paşa’m. Kırşehir’e bir senfoni getirmek lütfunda bulundunuz. Lâkin, Gırşehir de Gırşehir olalı böyle zulüm görmedi” der.
“Niye Usta? Neresi zulüm bu konserin?” diye sorar.
“Daha ne olsun Paşa’m. Bethoven’in 2. Senfonisi çalınırken, 4. kemancı, ‘Re Bemol’leri hep yanlış çaldı. Gırşehir gibi bir memlekete bundan böyük zulüm olur mu, gözüne gurban olduğum?” der Muharrem Usta.
Hikayenin gerçekleşip gerçekleşmediğinin hiç önemi yok.. Olay güzel.
Aslında bir müzik otoritesi ve ozanlar piri olan Muharrem Ertaş’ın biraz da tarih bilgisi olsa, lafı nerelere götüreceği belli de… Lâkin cehaletin gözü kör olsun.
Demek istediği şudur ki; Hacı Bektaş-ı Veli’nin ilk müridlerinden Çepniler, büyük bir güç olup, Çiçekdağı’nın Çepni köyü başta olmak üzere, bir kolu Keskin, Kırıkkale, Çorum’dan Ordu ve Giresun’a kadar yayılırken; bir kolu da ayrılıp Avrupa’ya dağılırlar. İşte bu Avrupa’ya yerleşen Çepniler’in yetiştirdiği büyük bir usta olan Bethoven’in senfonisindeki “Re Bemol”lerin yanlış çalınması, Bethoven’le aynı gelenekten gelen Muharrem Usta’nın ağrına gitmiştir.
Muharrem Usta, yine bir sohbette, Johann Sebastian Bach’ın bir eserinde, kendisine ait “Sen bir şahin olsan, ben de balaban/Taksam cırnağımı gitsem çöle ben” bozlağından esinlendiğinden şüphelenmiş. Neyse ki, Bach’ın 1750’de Leipzig’de öldüğüne inanmış da, ikna olup, öfkesi yatışmış.
İşte, Muharrem Usta’nın hissedip de tarih bilgisinden yoksunluğu nedeniyle meramını anlatamaması bizi kahrettiğinden, abdalların ‘’batı’’ ya da uluslar arası boyutunu haykırmanın gereğinden dem vuruyoruz.
Oğlu Neşet’in de, ta 1972’de “Avrupa gurban olsun gara gaşına/İngiliz Fransız değmez döşüne/ Amerika Belçika düşmüş peşine/Bir de Alman gurban kal Acem kızı” diye, türküyle Avrupa Birliği’ne gayri resmî müracaatta bulunması, iktidarların ufkunu açmış, Yine bununla ilgili olarak ünlü Amerikalı şarkıcı Eminem’in, Çepniler’den olduğu ve akrabalığı nedeniyle Neşet Ertaş’ın söylediği, (Sadettin Kaynak’ın bestesi) “Emine’m” parçasından etkilenerek kendisine bu adı seçtiği büyük bir ihtimaldir.
Dünyada yaşamları boyunca, kavgaya, nizaya, hırsızlığa, ahlâksızlığa bulaşmamış, Abdallar’dan başka bir topluluk, bir aşiret var mı acaba? Böylesine insan sevgisiyle, iyilikle, saygıyla, hoşgörüyle donanmış bir kültüre dünyanın ihtiyacı olduğuna inandığımızdan, Abdal kültürünü yaşatıp, insancıl bir yaşam biçimi yerleştirmeye çalışırız hep…
Kahpe Moğol’un Anadolu’yu yakıp yıkıp, talan etmesinden sonra Malya Ovası’nda kılıçtan geçirilen Babalier’in de çil cücüğü gibi dağılmasındandır ki; dünyanın her yerinde Babailer, Çepniler ve Abdallar bulunur. Öyle olmasaydı, Anadolu’dan başka yerde semah, Kırşehir’den başka yerde bozlak, Bağbaşı’ndan başka yerde maya, ağıt olur muydu? Gerçi, aslını inkar edip İspanya’ya yerleşen Rodrigo’nun gitar konçertosunda, sosyeteye heves eden Cemal Reşit Rey’in, Ahmet Adnan Saygun’un bestelerinde 4/2’lik Abdal vuruşlarına rastlanıyor ama; Aydın Çekiç’in, Veli Ertem’in bağlamayla amansız döğüşünü, Ahmet Usta’yla davul, Ayvaz Usta’yla zurna, rahmetli Abidin Ertek’le kaşık, Resul ile keman arasındaki dostluğu ve diyaloğu, hiçbir ezgide, hiçbir enstrümanda bulmak mümkün değil… Ama bu özelliğin, bu güzelliğin “kadrinin, kıymetinin” bilinmemesine de içerlemişler. Nitekim “Nedir senden çektiklerim/Deli gönlüm Abdal gönlüm” derken de bu konuya dikkat çekmişlerdir.
Muharrem Usta’dan 20 yaş küçük Çekiç Ali’nin “Çubuğuna lüleyim, yar koynunda öleyim” diye başladığı türküyü “Oy lele lele, İbrağam oy” diye bitirmesi de tesadüf değildir… Çoğumuz, Çekiç Ali’nin türküsündeki “İbrağam”ı, Kırtıllar’da ya da Akbayır’da kuzu giden “İbrağam” sanırız. Oysa Ali Çekiç, 1809-1865 yılları arasında yaşayan ABD’nin 16. Cumhurbaşkanı Abraham Lincoln’un hâllerini anlatmıştır. Anadolu’dan dağılan Çepniler’in bir bölümünün ABD’ye yerleştiğini bilen; Abraham’ın nargilesinin çubuğundaki lüle olmak isteyen, Abdal kültürünün şivesini koruyarak, Abraham’a İbrağam diye hitap eden Çekiç Ali’nin de Abdal kültürünün evrensel boyutlarının farkında olduğunun göstergesidir.
Abdal kültürünün Dünya müziğine kaynaklık ettiği iddiamızın bir başka gerekçesi de; Tina Turner ve Melina Mercuri’nin gırtlaktan çıkardıkları sesin, bozkırdan esen seher yeli gibi yayılan Hacı Taşan’ın taklidi olduğunu bilmemizdir. “Bugün ayın ışığı”nı söylerken, “Diyacağım çok amma da” derken Hacı Taşan’ın gırtlağından çıkan sesle, Melina Mercuri’nin, Zülfü Livaneli’yle birlikte yarı Türkçe, yarı Yunanca “Kalbim Ege’de kaldı”yı söylerken gırtlaktan çıkardığı ses aynıdır. Keşke mümkün olsa da Mercuri’ye “Evel yarin sevgilisi ben idim”i de bir söyletsek de benzerliği daha iyi görsek… Hatta Shakira’nın Kolombiyalı babası, Çepni annesini Orta-Doğu’dan kaçırmış, vatan hasretiyle yanıp tutuşan Lübnanlı annenin bozlakları, Shakira’nın müzik bilgisinin temelini oluşturmuştur. Bu benzerliktendir ki, Hacı Taşan da Dünya müziğinin devleri arasında sayılmalıdır.
Hiç akıl edip de düşünen var mı? Çukurova’da doğup, aşiretiyle Kozan’da, Pınarbaşı’nda, Yozgat’ta eğleşip, sonunda Kaman’a yerleşen Dadaloğlu, bu topraklara niye gelip, buralarda öldü? Veya gezmedik yer bırakmayan Aşık Sait, onca memleketten sonra, dönüp dolaşıp, niye Kırşehir’e gelip Toklumen’de can vermiş? Toprağında türkü, insanının yüreğinde sevgi, kederinde bozlak, sevincinde oyun havası vardı da ondan… Biz de, onun için Dadaloğlu’nun, Aşık Sait’in, Aşık Seyfullah’ın kıymeti niye bilinmez, işte bizi kahreden bu..
Velhasıl, bozlakları, türküleri, oyun havalarını yüreğinde hissetmeyenler, Abdal kültürünün, Anadolu’nun öz kültürü olduğunu bilmeyenler, ozanların “gıymat”ını da bilemez. Bizim ozanlarımızın tek mısrası boşa değildir. Ta 51 yıl önce Muharrem Usta, “Sebep mezarında yosunlar bitsin/Yılanlar çıyanlar mekanın tutsun/Ak göğsün üstünde baykuşlar ötsün/Evin yıkılsın sebep, belin bükülsün sebep” derken; tüm Dünyaya sesini duyurmaya çalışmış, “Bize sahip çıkın, biz yok olup gidersek, koskoca bir Anadolu kültürü de yok olur. Anadolu kültürü yok olursa Dünya barışı da tehlikeye girer” demek istemiştir.
Büyük Usta; ekmek derdi olmasaydı, Antalya’da 5 yıldızlı otellerde, İtalyanca, İspanyolca, İngilizce şarkı söyleyen yeğeni Birol Ertek’in, o yeteneğini Abdal kültürüne katkıda kullansaydı, kim bilir, halk müziğimize ne türküler, bozlaklar kazandırırdı. Ama ekmeğine kastedilmiş; o yine de “küsmemiş” ama “kahretmiş”tir.
Ayvaz Usta’nın “10-15 yıl önce Bağbaşı’nda saz çalıp türkü söyleyen 230 hâneydik. Şimdi 21 hâne kaldık” feryatlarına dikkate almazsak, birkaç yıl sonra bozlağın adına sözlüklerde rastlarız. Duvarlara asılan sazları, davulları, zurnaları, kemanları indirip, nağmelere dökecek kimse bulamayız.

Anahtar Kelime:

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.